Tasarrufun İptali Davasındaİhtiyati Haciz
Tasarrufun İptali Davasında İhtiyati Haciz - Ahmet Cahit İyilikli
Borçlar hukukunda irade serbestisinin egemen olmasından dolayı taraflar sözleşme tipleri dışında Kanun’un belirlediği sınırlar içinde kalmak kaydı ile diledikleri sözleşmeleri düzenleyebilir. Alacak hakları, ayni hakların aksine sınırlı sayı ve tipe bağlılık ilkesinden azade olduğu için sayısız miktar ve nitelikte tesis edilebilir. Mücerret borç ikrarının kanunen cevaz görmesi de bunun bir tezahürüdür Alacak hakları iki taraflı olduğundan alacak/borç ilişkisini tevlit eder.
Bir diğer ifadeyle alacak hakkı, alacaklı ile borçlu süjelerinin inzimamını gerektirir. Sosyal hayatta kişiler alacak/borç ilişkisinin süjesi olmaktan masun kalamayacaktır. Asıl olan borcun rıza ile ödenmesidir. Buna riayet etmeyen borçluya karşı cebri icra yolu mahfuzdur. Ne var ki bazı hallerde borçluların, malvarlıklarını alacaklılarının istifadesinden mahrum bırakmak için danışıklı işlemlere ve kanuna karşı hileye başvurduğu da tecrübe edilmektedir. Bu bağlamda ifade etmek gerekirse borç yiğidin kamçısıdır sözünden kinaye bazı hallerde borç kişilerin kaçamağı ve kaçışıdır. Zira kişinin gücü malvarlığına yeterdir. Kişiler bu gücünü hiçbir vakit kaybetmek istemeyeceği için malvarlığı değerini gizli, saklı ve örtülü şekilde başka kişiler ve marifetler üzerinden perdelemek suretiyle idame ettirmek temayül ve tevessülündedir. Ne var ki uyuşmazlıklara çözüm bulma sanatı olan hukukun bu durumlara bigâne kalması söz konusu olamaz. Elbette beşeri bir bilim dalı olarak hukuk, kişilerin maddi ve manevi varlığının hukuki barış ile güven ve istikrar içinde muhafaza ve idamesi için elzemdir. Bir diğer ifadeyle, hukuk, dünyanın herhangi bir coğrafyasındaki toplumda mündemiç ve fiiliyatın muvazenesini sağlayan düzendir. Hukuk, uygulandığı toplumdan beslenmesinin yanı sıra uygulandığı coğrafya ile sınırlıdır. Aynı ya da benzer hadiselerin farklı şekilde neticelenmesi hukukun dinamik, güncel ve canlı bir organizma olmasından mülhemdir. Dolayısıyla hukuk, sosyal bir bilim dalı olarak her daim matematiksel sonuçlar vermese de, bu hususiyet hukukun bilim dalı olmasına engel teşkil etmeyecektir. Öyle ki hukukta vakıa; tıpta ise hasta vardır. Bu minvalde, aynı hastalığa duçar olan çok sayıda hastaya aynı tedavi uygulanmakta, ne var ki bir ya da bir kaçı şifa bulmaktadır. Kaldı ki, zaman içinde tıp biliminde teşhis ve tedavi yöntemleri de değişip, gelişmektedir. Mukayese bağlamında ifade etmek gerekirse tıpta, teşhis, tanı, tedavi; hukukta ise teşhis, tanı ve hüküm söz konusudur. Zira tıbbın sonuç itibariyle alâmeti farikası tedavi; hukuk için ise asli unsur hükümdür. Hukukun can suyu olan içtimai hayat devamlı şekilde değişim ve gelişim içindedir. Hal böyle olunca hızla değişen ve gelişen dünyanın öncelik, ihtiyaç ve zaruretleri de kimlik değiştirmektedir. Öyle ki insan, bu değişim, gelişim ve dinamikleri önceden kestirip, öngörebilecek donanımlara da sahip değildir. Bu bağlamda, yaşam kırtasiyecilikten sanal ve bilişime; emek ve gayret kolaycılığa doğru sürüklenmektedir. İşte yeni dünyanın bu yöne evrilmesi, farklı öncelik ve ihtiyaçlar için yeni yasal çareler arayışına sevk etmektedir. Dolayısıyla hukuk, toplumun ihtiyaç duyduğu öncelik ve zaruretler ile evrildiği yer teknolojik gelişmelere göre de mesafe almaktadır. Bu sebeple bilakis hukukun statik kalması bilimin niteliğine denk düşmediği gibi, dinamik olması ile gelişen ve değişen yaşam zaruretlerine göre şekillenmesi kişilerin hukuki barış, güven ve istikrarının da sigortasıdır. Kaldı ki, hukukun iştigal sahası, nüvesi ya da kaynağı olan yaşam olaylarındaki en ufak ayrıntı ve hususiyet farklı sonuç ve hukuki çözümlere gebedir. Bu itibarla, insanoğlu her uyuşmazlığa uygun kanun yapmayı başaramadığı gibi, aynı vakıa, hadise ya da ihtilafları aynı içtihatla çözmeye de muvafık değildir. Böyle olduğu için içtihat içtihat ile nakz olunamaz der Mecelle, zira yaşam ile hukukun dinamik ve canlı organizma yapısı, her hadisedeki subjektif korunma talebi ve süjeleri farklı hikâye ve hususiyetleri aynı ya da benzer hadiselerin aynı norm ya da içtihatla çözümlenmesine engel olduğu için hukuki himayeden matematiksel sonuç beklemek hukukun genetiğine denk düşmeyecektir. Sonuç olarak zamana göre değişen ve gelişen norm ve içtihat değişikliği ile aynı hadiselerde farklı hukuki çözümlerin hâsıl olması hukukun bilim dalı olmasına halel getirmeyecek, bilakis hayatın ve hukukun dinamik ve canlı yapısı ile kişilerin maddi ve manevi malvarlığının teminatı ve gereği olarak hukuki barış ve güvenlik ile istikrarı sağlamasına hizmet edecektir. Bu itibarla hukuk, insanoğlunun dünyaya geldiği toplumda mündemiç, kişilerin maddi ve manevi varlığını kuşatıp, yörünge ve çekim alanından kaçınılması mümkün olmayan mahiyet ve marifetiyle, yaşamın gereği ve teminatı fonksiyonunu bünyesinde barındıran bir düzen kuralı olarak tanımlanabilecektir. İşte bu açıklamalarımızdan hareketle ifade etmek gerekirse “Tasarrufun İptali Davasında İhtiyati Haciz” başlıklı monografik eserimiz hukuk bilimine ait teorik bilgiler temelinde Yargıtay uygulamaları referansı ile ele alınmıştır. Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz üzere hukuk canlı bir organizma olduğu için membaı, meşruiyet ve güncelliğini hayattan alarak neşvünema bulacaktır. Nitekim kişilerin yargılamaya taşıdığı uyuşmazlıklarda bulunan çözümün, toplumda ve zihinlerde karşılık bulması ve teorik bilgilerin fonksiyonel özelliğini sağlaması, mahkeme tarafından ulaşılan kanaatin dayandığı hukuki disiplin, enstrüman ve teorik bilgilerin uygulamadaki görünüm ve işlevini göstermek marifetiyle mümkündür. Dolayısıyla ukula muvafık olmayanın, hukuka vusulü umulamaz sözünden mülhem, mevcut eserde, hukuk, hukuk için değil, toplum içindir fehvasınca çaba sarf ettiğimizi ifade etmek isterim. Bu minvalde, bu çalışma marifetiyle bir diğer saikim, galatı meşhur bir vaziyeti feṣāḥate irca ile vuzuha erdirme gayretimdir. Toplumda teori ile uygulamanın tamamen farklı olduğu yönündeki ekseriyet söylemin de doğru olmadığını bu eser marifetiyle açıklamaya gayret ettik. Kaldı ki teorik hukuki bilgilerin yaşayan hukukta karşılığını göstermek ve fonksiyonunu belirtmek toplumsal barış ile hukuk güvenliği için elzemdir. Saf aklın eleştirisinde duyu verilerine dayanmayan akli faaliyetin boş, akli faaliyete dayanmayan duyu tecrübesinin boş olduğunu yani “Algısız kavramlar (içeriksiz düşünceler) boş, kavramsız algılar kördür.” diyen Kant’tan mülhem olarak kaynak ve ilhamını yaşamdan alan hukuk, anlam ve değer ifade edebilmek için hayat ile eşgüdüm içinde terakki ve tekâmül etmek zorundadır. Bu sebeple, yerleşik ve müstakar içtihatlar hukuki güvenlik açısından geniş bir koruma sağlasa da değişmeyen bir uygulama hukuki hayatın terakki ve tekâmülüne engeldir. Zira bir halin devamı mümkün değildir. Öyle ya eski âlimlerin ifade ettiği üzere, “hakikatül eşya fit tagayyür” yani eşyada değişmenin asıl olması dolayısıyladır ki külli bir kaide olan, ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz denilmiştir. Nitekim hukukun membaı yaşamdır. Bu itibarla, hayatın gelişim ve değişim döngüsü yeni yasal çarelere kaynak oluşturacak ve istikamet verecektir. Bu vadide hukuk, pekâlâ tarih, coğrafya, sosyoloji, felsefe, edebiyat, şiir, deyim, atasözü ve popüler kültür ile düşünce tarihi ve envai ilim ve disiplinlerle etkileşim içinde mecra bulur. Değil mi ki hukuk, zapta alınmış hayattır, o vakit mahkeme ilamları toplumsal hayat ve zihinlerde karşılık; akıl ve mantık kurallarında tenasüp, vicdanlarda ise tekabüliyet bulmalıdır. Aksi halde, mahkeme ilamları mündemiç olduğu kâğıda mahkûm olmaya mukadderdir. Efkârı umurdan hâsıl hukuk, bir ilim olarak, hayatı doğru okumakla anlam, itibar ve işlerlik kazanacaktır. Hayat ile harmanlanmayan ve hayat icaplarına uygun çözüm üretmeyen bir ilim biçare ve müşterisi olmayan meta misali zayi hükmündedir. Dolayısıyla teorik bilginin uygulamada ne işe yaradığını bir diğer ifadeyle nazariyatın tatbikattaki rol ve fonksiyonunu ispatlamaya matuf olarak bu çalışmaya tevessül ettiğimizi beyan eylerim. Monografik bir eser olarak hazırlanan tasarrufun iptali davasında ihtiyati haciz talepleri uygulamada sıkça başvurulan geçici hukuki himaye türlerinden birisidir. “Tasarrufun iptali davasında ihtiyati haciz” müessesesi bu davalara mahsus öngörülmüş özel bir ihtiyati haciz türüdür. Bu itibarla, İcra ve İflas Kanunu 257 ve devamında düzenlenen genel nitelikteki ihtiyati haciz kurumuna nazaran özel bir düzenleme olmasından ötürü bünyesinde öncelikle ve mahsusen uygulanması gerekli hususiyetleri barındırır. “Tasarrufun İptali Davasında İhtiyati Haciz” başlıklı çalışmamız dört bölümde ve alt başlıklar altında öğreti referansı ve Uyap üzerinden temin edilen Yargıtay içtihatlarına yaslı bilimsel bir çalışma mahiyetiyle meseleci bir yöntemle ele alınarak okuyucu ile buluşturulmuştur.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
- Açıklama
Tasarrufun İptali Davasında İhtiyati Haciz - Ahmet Cahit İyilikli
Borçlar hukukunda irade serbestisinin egemen olmasından dolayı taraflar sözleşme tipleri dışında Kanun’un belirlediği sınırlar içinde kalmak kaydı ile diledikleri sözleşmeleri düzenleyebilir. Alacak hakları, ayni hakların aksine sınırlı sayı ve tipe bağlılık ilkesinden azade olduğu için sayısız miktar ve nitelikte tesis edilebilir. Mücerret borç ikrarının kanunen cevaz görmesi de bunun bir tezahürüdür Alacak hakları iki taraflı olduğundan alacak/borç ilişkisini tevlit eder.
Bir diğer ifadeyle alacak hakkı, alacaklı ile borçlu süjelerinin inzimamını gerektirir. Sosyal hayatta kişiler alacak/borç ilişkisinin süjesi olmaktan masun kalamayacaktır. Asıl olan borcun rıza ile ödenmesidir. Buna riayet etmeyen borçluya karşı cebri icra yolu mahfuzdur. Ne var ki bazı hallerde borçluların, malvarlıklarını alacaklılarının istifadesinden mahrum bırakmak için danışıklı işlemlere ve kanuna karşı hileye başvurduğu da tecrübe edilmektedir. Bu bağlamda ifade etmek gerekirse borç yiğidin kamçısıdır sözünden kinaye bazı hallerde borç kişilerin kaçamağı ve kaçışıdır. Zira kişinin gücü malvarlığına yeterdir. Kişiler bu gücünü hiçbir vakit kaybetmek istemeyeceği için malvarlığı değerini gizli, saklı ve örtülü şekilde başka kişiler ve marifetler üzerinden perdelemek suretiyle idame ettirmek temayül ve tevessülündedir. Ne var ki uyuşmazlıklara çözüm bulma sanatı olan hukukun bu durumlara bigâne kalması söz konusu olamaz. Elbette beşeri bir bilim dalı olarak hukuk, kişilerin maddi ve manevi varlığının hukuki barış ile güven ve istikrar içinde muhafaza ve idamesi için elzemdir. Bir diğer ifadeyle, hukuk, dünyanın herhangi bir coğrafyasındaki toplumda mündemiç ve fiiliyatın muvazenesini sağlayan düzendir. Hukuk, uygulandığı toplumdan beslenmesinin yanı sıra uygulandığı coğrafya ile sınırlıdır. Aynı ya da benzer hadiselerin farklı şekilde neticelenmesi hukukun dinamik, güncel ve canlı bir organizma olmasından mülhemdir. Dolayısıyla hukuk, sosyal bir bilim dalı olarak her daim matematiksel sonuçlar vermese de, bu hususiyet hukukun bilim dalı olmasına engel teşkil etmeyecektir. Öyle ki hukukta vakıa; tıpta ise hasta vardır. Bu minvalde, aynı hastalığa duçar olan çok sayıda hastaya aynı tedavi uygulanmakta, ne var ki bir ya da bir kaçı şifa bulmaktadır. Kaldı ki, zaman içinde tıp biliminde teşhis ve tedavi yöntemleri de değişip, gelişmektedir. Mukayese bağlamında ifade etmek gerekirse tıpta, teşhis, tanı, tedavi; hukukta ise teşhis, tanı ve hüküm söz konusudur. Zira tıbbın sonuç itibariyle alâmeti farikası tedavi; hukuk için ise asli unsur hükümdür. Hukukun can suyu olan içtimai hayat devamlı şekilde değişim ve gelişim içindedir. Hal böyle olunca hızla değişen ve gelişen dünyanın öncelik, ihtiyaç ve zaruretleri de kimlik değiştirmektedir. Öyle ki insan, bu değişim, gelişim ve dinamikleri önceden kestirip, öngörebilecek donanımlara da sahip değildir. Bu bağlamda, yaşam kırtasiyecilikten sanal ve bilişime; emek ve gayret kolaycılığa doğru sürüklenmektedir. İşte yeni dünyanın bu yöne evrilmesi, farklı öncelik ve ihtiyaçlar için yeni yasal çareler arayışına sevk etmektedir. Dolayısıyla hukuk, toplumun ihtiyaç duyduğu öncelik ve zaruretler ile evrildiği yer teknolojik gelişmelere göre de mesafe almaktadır. Bu sebeple bilakis hukukun statik kalması bilimin niteliğine denk düşmediği gibi, dinamik olması ile gelişen ve değişen yaşam zaruretlerine göre şekillenmesi kişilerin hukuki barış, güven ve istikrarının da sigortasıdır. Kaldı ki, hukukun iştigal sahası, nüvesi ya da kaynağı olan yaşam olaylarındaki en ufak ayrıntı ve hususiyet farklı sonuç ve hukuki çözümlere gebedir. Bu itibarla, insanoğlu her uyuşmazlığa uygun kanun yapmayı başaramadığı gibi, aynı vakıa, hadise ya da ihtilafları aynı içtihatla çözmeye de muvafık değildir. Böyle olduğu için içtihat içtihat ile nakz olunamaz der Mecelle, zira yaşam ile hukukun dinamik ve canlı organizma yapısı, her hadisedeki subjektif korunma talebi ve süjeleri farklı hikâye ve hususiyetleri aynı ya da benzer hadiselerin aynı norm ya da içtihatla çözümlenmesine engel olduğu için hukuki himayeden matematiksel sonuç beklemek hukukun genetiğine denk düşmeyecektir. Sonuç olarak zamana göre değişen ve gelişen norm ve içtihat değişikliği ile aynı hadiselerde farklı hukuki çözümlerin hâsıl olması hukukun bilim dalı olmasına halel getirmeyecek, bilakis hayatın ve hukukun dinamik ve canlı yapısı ile kişilerin maddi ve manevi malvarlığının teminatı ve gereği olarak hukuki barış ve güvenlik ile istikrarı sağlamasına hizmet edecektir. Bu itibarla hukuk, insanoğlunun dünyaya geldiği toplumda mündemiç, kişilerin maddi ve manevi varlığını kuşatıp, yörünge ve çekim alanından kaçınılması mümkün olmayan mahiyet ve marifetiyle, yaşamın gereği ve teminatı fonksiyonunu bünyesinde barındıran bir düzen kuralı olarak tanımlanabilecektir. İşte bu açıklamalarımızdan hareketle ifade etmek gerekirse “Tasarrufun İptali Davasında İhtiyati Haciz” başlıklı monografik eserimiz hukuk bilimine ait teorik bilgiler temelinde Yargıtay uygulamaları referansı ile ele alınmıştır. Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz üzere hukuk canlı bir organizma olduğu için membaı, meşruiyet ve güncelliğini hayattan alarak neşvünema bulacaktır. Nitekim kişilerin yargılamaya taşıdığı uyuşmazlıklarda bulunan çözümün, toplumda ve zihinlerde karşılık bulması ve teorik bilgilerin fonksiyonel özelliğini sağlaması, mahkeme tarafından ulaşılan kanaatin dayandığı hukuki disiplin, enstrüman ve teorik bilgilerin uygulamadaki görünüm ve işlevini göstermek marifetiyle mümkündür. Dolayısıyla ukula muvafık olmayanın, hukuka vusulü umulamaz sözünden mülhem, mevcut eserde, hukuk, hukuk için değil, toplum içindir fehvasınca çaba sarf ettiğimizi ifade etmek isterim. Bu minvalde, bu çalışma marifetiyle bir diğer saikim, galatı meşhur bir vaziyeti feṣāḥate irca ile vuzuha erdirme gayretimdir. Toplumda teori ile uygulamanın tamamen farklı olduğu yönündeki ekseriyet söylemin de doğru olmadığını bu eser marifetiyle açıklamaya gayret ettik. Kaldı ki teorik hukuki bilgilerin yaşayan hukukta karşılığını göstermek ve fonksiyonunu belirtmek toplumsal barış ile hukuk güvenliği için elzemdir. Saf aklın eleştirisinde duyu verilerine dayanmayan akli faaliyetin boş, akli faaliyete dayanmayan duyu tecrübesinin boş olduğunu yani “Algısız kavramlar (içeriksiz düşünceler) boş, kavramsız algılar kördür.” diyen Kant’tan mülhem olarak kaynak ve ilhamını yaşamdan alan hukuk, anlam ve değer ifade edebilmek için hayat ile eşgüdüm içinde terakki ve tekâmül etmek zorundadır. Bu sebeple, yerleşik ve müstakar içtihatlar hukuki güvenlik açısından geniş bir koruma sağlasa da değişmeyen bir uygulama hukuki hayatın terakki ve tekâmülüne engeldir. Zira bir halin devamı mümkün değildir. Öyle ya eski âlimlerin ifade ettiği üzere, “hakikatül eşya fit tagayyür” yani eşyada değişmenin asıl olması dolayısıyladır ki külli bir kaide olan, ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz denilmiştir. Nitekim hukukun membaı yaşamdır. Bu itibarla, hayatın gelişim ve değişim döngüsü yeni yasal çarelere kaynak oluşturacak ve istikamet verecektir. Bu vadide hukuk, pekâlâ tarih, coğrafya, sosyoloji, felsefe, edebiyat, şiir, deyim, atasözü ve popüler kültür ile düşünce tarihi ve envai ilim ve disiplinlerle etkileşim içinde mecra bulur. Değil mi ki hukuk, zapta alınmış hayattır, o vakit mahkeme ilamları toplumsal hayat ve zihinlerde karşılık; akıl ve mantık kurallarında tenasüp, vicdanlarda ise tekabüliyet bulmalıdır. Aksi halde, mahkeme ilamları mündemiç olduğu kâğıda mahkûm olmaya mukadderdir. Efkârı umurdan hâsıl hukuk, bir ilim olarak, hayatı doğru okumakla anlam, itibar ve işlerlik kazanacaktır. Hayat ile harmanlanmayan ve hayat icaplarına uygun çözüm üretmeyen bir ilim biçare ve müşterisi olmayan meta misali zayi hükmündedir. Dolayısıyla teorik bilginin uygulamada ne işe yaradığını bir diğer ifadeyle nazariyatın tatbikattaki rol ve fonksiyonunu ispatlamaya matuf olarak bu çalışmaya tevessül ettiğimizi beyan eylerim. Monografik bir eser olarak hazırlanan tasarrufun iptali davasında ihtiyati haciz talepleri uygulamada sıkça başvurulan geçici hukuki himaye türlerinden birisidir. “Tasarrufun iptali davasında ihtiyati haciz” müessesesi bu davalara mahsus öngörülmüş özel bir ihtiyati haciz türüdür. Bu itibarla, İcra ve İflas Kanunu 257 ve devamında düzenlenen genel nitelikteki ihtiyati haciz kurumuna nazaran özel bir düzenleme olmasından ötürü bünyesinde öncelikle ve mahsusen uygulanması gerekli hususiyetleri barındırır. “Tasarrufun İptali Davasında İhtiyati Haciz” başlıklı çalışmamız dört bölümde ve alt başlıklar altında öğreti referansı ve Uyap üzerinden temin edilen Yargıtay içtihatlarına yaslı bilimsel bir çalışma mahiyetiyle meseleci bir yöntemle ele alınarak okuyucu ile buluşturulmuştur.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Stok Kodu:9786050518504Boyut:16x24Sayfa Sayısı:229Basım Yeri:AnkaraBasım Tarihi:2024 Nisan
- Taksit Seçenekleri
- Axess KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim360,00360,002180,00360,003120,00360,00Ziraat BankkartTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim360,00360,002180,00360,003120,00360,00Maximum KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim360,00360,002180,00360,003120,00360,00Diğer KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim360,00360,002--3--
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.