Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları IşığındaGeri Göndermeme İlkesi
Savaşların insanlık üzerinde yarattığı ağır sonuçları azaltmak, kadın-erkek ve uluslar arasındaki eşitliği yeniden tesis edebilmek ve insanların doğuştan sahip oldukları değerleri koruma altına alabilmek adına 1945 Birleşmiş Milletler Antlaşması ile başlayan insan hakları alanındaki gelişmeler birçok uluslararası ve bölgesel sözleşme ve belge ile devam ettirilmeye çalışılmıştır. Bu uluslararası sözleşmeler ile sağlanmaya çalışılan temel hak ve özgürlükler gelişen çağın getirdikleri ile aynı hızda ilerleyememiş ve yeni insanlık dramları ortaya çıkmıştır. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyıl içinde en büyük problemimiz kendilerine vatan olarak bildikleri topraklardan gitmeye zorlanmış olan uluslararası anlamda yerinden edilmiş kişilerin yarattığı göç olgusudur. Bu durum tüm dünya devletlerini etkileyen bir hadisedir. Her devletin insancıl çözüm önerileri getirmek ve bunları uygulamaya dökebilmek anlamında insanlığa bir borcu olduğunu düşünmekteyiz. Tarihi geçmişimize baktığımızda da sahip olduğu milliyete, dini inancına ve konuştuğu dile bakmaksızın herkese kucak açan hak ve adaletin tesisi için mülteci hukukunun gerekliliklerini yerine getirmeye çalışan bir medeniyetin mirasçıları olarak elimizden gelenin en iyisini yapmanın insanlığa olan borcumuz olduğunu düşünmekteyiz.
Birleşmiş Milletler verilerine göre 2019 yılı Temmuz ayı itibariyle dünyada 250 milyonun üzerinde göçmen olduğu ve bunların yaklaşık 67 milyonunun mülteci statüsü kazanmış olduğu görülmektedir. Türkiye’nin güncel verilere göre sayıları 3,6 milyona yaklaşan ve sözleşme dışı mülteci statüsünde olan yerinden edilmiş kişiye ev sahipliği yaptığını da göz önünde bulundurduğumuzda ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurularda Türkiye aleyhine verilen çok sayıda karar olduğunu da göz önünde bulundurduğumuzda bu konunun çalışılmasında fayda olduğunu düşünmekteyiz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine vermiş olduğu kararların içeriğine bakıldığında ise Türkiye’de uluslararası anlamda yerinden edilmiş kişilerin korunma başvuru süreçlerinde etkin hukuki yollara başvuru hakkının kullandırılmadığı, bilgi edinme haklarının kısıtlandığı ve kabul ve barındırma merkezlerinde insanlık onuruna uygun olmayan koşullar içerisinde yaşadıklarından bahsedilmektedir.
Çalışmamız süresince elde ettiğimiz verileri bir arada değerlendirdiğimizde Türkiye’nin yapılan korunma başvurularında kişilerin işkence ya da kötü muameleye uğrayacağı yönünde belli bir yoğunlukta haklı korkular taşıdığı durumlarda başvurularının kabulü yönünde bir uygulama izlemesi gerektiğini ve başvurunun haklılığı ve kişilerin geri gönderilmeleri halinde işkence ya da kötü muameleye uğrama riskinin varlığı noktasında gerekli araştırmaları, taraflarca hazırlanma beklenmeden bizzat yürütmesi gerektiğini düşündüğümüzü belirtmek isteriz.
Bu anlamda çalışmamızda ilk etapta konunun daha iyi anlaşılabilmesi için uluslararası anlamda yerinden edilmiş kişiler ve bunlara uluslararası sözleşmelerde verilen adlandırmalar ele alınacaktır. Sonrasında çalışmamızın çıkış noktası olan non-refoulement (geri göndermeme) ilkesinin uluslararası ve bölgesel sözleşmelerde nasıl anlaşılıp yorumlandığı ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Diğer devletler ve kendi iç hukukumuzda bu ilkenin nasıl yorumlanıp uygulandığı ve tarih içerisinde de nasıl bir değişim geçirdiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları üzerinden somutlaştırılarak anlatılmaya çalışılacaktır.
- Açıklama
Savaşların insanlık üzerinde yarattığı ağır sonuçları azaltmak, kadın-erkek ve uluslar arasındaki eşitliği yeniden tesis edebilmek ve insanların doğuştan sahip oldukları değerleri koruma altına alabilmek adına 1945 Birleşmiş Milletler Antlaşması ile başlayan insan hakları alanındaki gelişmeler birçok uluslararası ve bölgesel sözleşme ve belge ile devam ettirilmeye çalışılmıştır. Bu uluslararası sözleşmeler ile sağlanmaya çalışılan temel hak ve özgürlükler gelişen çağın getirdikleri ile aynı hızda ilerleyememiş ve yeni insanlık dramları ortaya çıkmıştır. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyıl içinde en büyük problemimiz kendilerine vatan olarak bildikleri topraklardan gitmeye zorlanmış olan uluslararası anlamda yerinden edilmiş kişilerin yarattığı göç olgusudur. Bu durum tüm dünya devletlerini etkileyen bir hadisedir. Her devletin insancıl çözüm önerileri getirmek ve bunları uygulamaya dökebilmek anlamında insanlığa bir borcu olduğunu düşünmekteyiz. Tarihi geçmişimize baktığımızda da sahip olduğu milliyete, dini inancına ve konuştuğu dile bakmaksızın herkese kucak açan hak ve adaletin tesisi için mülteci hukukunun gerekliliklerini yerine getirmeye çalışan bir medeniyetin mirasçıları olarak elimizden gelenin en iyisini yapmanın insanlığa olan borcumuz olduğunu düşünmekteyiz.
Birleşmiş Milletler verilerine göre 2019 yılı Temmuz ayı itibariyle dünyada 250 milyonun üzerinde göçmen olduğu ve bunların yaklaşık 67 milyonunun mülteci statüsü kazanmış olduğu görülmektedir. Türkiye’nin güncel verilere göre sayıları 3,6 milyona yaklaşan ve sözleşme dışı mülteci statüsünde olan yerinden edilmiş kişiye ev sahipliği yaptığını da göz önünde bulundurduğumuzda ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurularda Türkiye aleyhine verilen çok sayıda karar olduğunu da göz önünde bulundurduğumuzda bu konunun çalışılmasında fayda olduğunu düşünmekteyiz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine vermiş olduğu kararların içeriğine bakıldığında ise Türkiye’de uluslararası anlamda yerinden edilmiş kişilerin korunma başvuru süreçlerinde etkin hukuki yollara başvuru hakkının kullandırılmadığı, bilgi edinme haklarının kısıtlandığı ve kabul ve barındırma merkezlerinde insanlık onuruna uygun olmayan koşullar içerisinde yaşadıklarından bahsedilmektedir.
Çalışmamız süresince elde ettiğimiz verileri bir arada değerlendirdiğimizde Türkiye’nin yapılan korunma başvurularında kişilerin işkence ya da kötü muameleye uğrayacağı yönünde belli bir yoğunlukta haklı korkular taşıdığı durumlarda başvurularının kabulü yönünde bir uygulama izlemesi gerektiğini ve başvurunun haklılığı ve kişilerin geri gönderilmeleri halinde işkence ya da kötü muameleye uğrama riskinin varlığı noktasında gerekli araştırmaları, taraflarca hazırlanma beklenmeden bizzat yürütmesi gerektiğini düşündüğümüzü belirtmek isteriz.
Bu anlamda çalışmamızda ilk etapta konunun daha iyi anlaşılabilmesi için uluslararası anlamda yerinden edilmiş kişiler ve bunlara uluslararası sözleşmelerde verilen adlandırmalar ele alınacaktır. Sonrasında çalışmamızın çıkış noktası olan non-refoulement (geri göndermeme) ilkesinin uluslararası ve bölgesel sözleşmelerde nasıl anlaşılıp yorumlandığı ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Diğer devletler ve kendi iç hukukumuzda bu ilkenin nasıl yorumlanıp uygulandığı ve tarih içerisinde de nasıl bir değişim geçirdiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları üzerinden somutlaştırılarak anlatılmaya çalışılacaktır.
Stok Kodu:9786257595438Boyut:16x24Sayfa Sayısı:237Basım Yeri:AnkaraBasım Tarihi:2021 HaziranKapak Türü:Karton KapakDili:Türkçe
- Taksit Seçenekleri
- Axess KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim267,00267,002133,50267,00389,00267,00Ziraat BankkartTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim267,00267,002133,50267,00389,00267,00Maximum KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim267,00267,002133,50267,00389,00267,00Diğer KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim267,00267,002--3--
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.